Hataylı Olmak

Hataylı Olmak

6 Şubat sabahı 11 ilimizi vuran depremler içimizi yaktı ve gelen haberler ile de yakmaya devam ediyor.

İçlerinde bir yer var ki en fazla yıkım ve ölümü yaşadı; Hatay’ın merkez ilçesi Antakya.

M.Ö. 4. yüzyılda Antiokheia olarak kurulan ve her yıl 2 ayımı geçirdiğim tarihi şehir. Antakyalı dostlar beni o kadar benimsemişlerdi ki ‘’ sana fahri hemşerilik vereceğiz ‘’ diye takılırlardı. Antakya dışından gelen dostlarımı, şehrin yerlisi gibi Antakya ve çevrelerinde gezdirebilirdim.

Gelin, önce size Antakya’yı ve binlerce yıl içinde oluşan Antakya kültürünü tanıtayım;

Size geldiğinizde hoş geldiniz derler, giderken de. Ne güzel bir sözcük güle güle demek yerine.

Misafirleri için ‘‘baş tacı’’ derler, kapılarda karşılanır aracınızın park yerine kadar yolcu edilirsiniz. Hele bir de Antakya dışından gelen misafir iseniz mümkün değil otelde kalmanız.

Ne zor oldu Hikmet’i ikna etmek otelde kalmak için. Yine de karı koca ısrarları ile birkaç gece evlerinde kalmışlığım var. Nesrin’in yaptığı çifte kavrulmuş nefis Antakya köpüksüz kahvesi. Önce bana acı gelse de zaman içinde başka kahve içemez oldum.

Düğünleri meşhurdur. Ne var ne yok satarlar ve düğünlerini de en iyisinden yaparlar. Misafirlerin nerdeyse yarısı Antakya dışındandır. Bir gün önce dışardan gelen tüm misafirlere şehrin en ünlü restoranlarından birinde yemek verilir, misafirler en iyi otellerde ağırlanır, düğün ertesi yine şehrin ünlü bir tepsi kebapçısına götürülüp öğle yemeği yedirilir ve havaalanına kadar eşlik edilir. Yine böyle bir düğün sonrası İstanbullu bir dostumun ‘‘öyle yemişiz ki döndükten sonra iki gün yemek yiyemedim’’ dediğini hatırlarım.

Uğrak limanım; Affan Kahvesi. Öyle kahve falan aklınıza getirmeyin. Eşiniz ile gidebileceğiniz, masanızda size eşlik eden Arap Bülbülü ile tadacağınız dondurmalı ‘‘Haytalı’’. Bir alışmayagörün müdavimi olursunuz.

Dağ yolundan Samandağ’a ulaşmak için önce Fidanköy’e uğrarsınız. Dünyanın en çalışkan insanlarının ve neredeyse tüm Türkiye’nin limon, narenciye ve zeytin fidanlarını temin eden küçük ve sevimli köy. Oradaki dostlarınız size bir şey ikram etmeden asla bırakmazlar (Sakarya bahçemin neredeyse yarı ağaçları Fidanköy’den gelmiştir).

Batıayaz’dan Vakıflı köyüne inerken sevgili dostunuz Sait’in sizin için doldurduğu Feyruz disk çalarının sesini biraz yükseltir ve Shadi’yi dinlersiniz. Lübnan iç savaşında hayatını kaybeden altı yaşındaki bir çocuğun şarkısı. Öyle hüzünlüdür ki gözyaşlarınızı saklamak için başınızı cama doğru çevirirsiniz. Şarkı bitene kadar arabada herkes suskundur, bilirler senin hassasiyetini.

Yolda Musa’nın ağacına uğrarsınız. Hz.Musa’nın asasından oluştuğuna inanılan gövde çevresi 35 metreyi bulan 1000 yaşındaki çınar ağacının gölgesinde kahvenizi yudumlarsınız. Az aşağısı tamamını Ermenilerin oluşturduğu Vakıflı Köyü. Kilisesinde mum yakar, dilek tutarsınız.

Birazdan Samandağ plajı görülecektir. 18 kilometre uzunluğunda, dünyanın en uzun ikinci plajı. Sağa döndüğünüzde Titus tüneli karşınıza çıkar. 1400 metre uzunluğunda ve 130 metre dağın içi oyularak oluşan bu boyutlarda iki bin yıllık dünyanın ilk tüneli. Burada bir deniz tarihi yatar. Söz vermiştim Vasi’ye gelip burada onunla bir röportaj yapacaktım.

Antakya’da yediğiniz meze ve tatlıları dünyanın hiçbir yerinde yiyemezsiniz. Unesco’dan gastronomi şehri unvanı ve 600 çeşit yemeği ile turistlerin ilgi odağı Antakya.

Deprem sabahı aradığım ancak çok azına ulaşabildiğim dostlarımız ağzından tek bir cümle çıkıyordu ‘‘Antakya bitti’’. Kötü haber tez duyulurmuş, her sabah vefat haberleri alıyordum.

Hatay Havalimanı kullanılamaz haldeydi, ulaşım sadece Belen üzerinden karayolu ile sağlanıyordu. Trafik tıkanmış, ambulanslar bile şehre ulaşamıyordu. İlk yardım malzemeleri karayolunda tırların içinde bekliyordu, hastaneler yıkılmıştı, barınma ve yiyecek sıkıntısı had safhadaydı.

Antakya’yı lütfen gözünüzün önüne getirin; Amanos Dağlarının oluşturduğu vadide kurulmuş bir şehir. Sadece kara ve havayolu bağlantıları var. Demiryolu bağlantısı yok.

Deniz bağlantısı?

İşte burada duralım. Antakya, Asi Nehri ile Akdeniz’e bağlanır. Tarihte Akdeniz’den giren küçük bir tekne Antakya merkeze kadar gelebiliyor, yükünü boşaltıp, yeni yükünü aldıktan sonra Akdeniz’e dönebiliyordu. Daha sonraları nedendir bilinmez, Antakya merkezdeki gemilerin yanaştığı adacık yok edildi ve nehir üzerine köprüler yapıldı. Antakya’nın deniz ile bağlantısı kesildi.

Şimdi soruyorum; bu suyolu açık olsaydı deprem sonrası yardımlar çok daha kolay ulaşmaz mıydı Antakya’ya?

Depremlerden ders çıkaran bir ülke değiliz, yine de tüm iyi niyetim ile soruyorum; Kanal İstanbul’a 50 milyar dolar bütçe ayırana kadar bunun binde biri ile bu suyolu yeniden hayata geçirilemez mi?

Antakya yıkıldı, sanayisini kaybetti. Yeniden Antakya’yı kazanmak istiyorsak turizmi Akdeniz/Antakya arası Asi Nehri üzerinde geliştirerek Doğu Akdeniz’de yeni bir Venedik yaratamaz mıyız?

Deniz Köprüsü kadar, özellikle deprem bölgelerinden geçen nehirlerimiz bir afet anında suyolu olarak kullanılamaz mı?

Tarihte 7 defa yerin altına giren Antakya bu sefer çok daha güçlü olarak bu topraklar üzerinde doğacaktır. Antakyalıları tanıdıktan sonra bu inancımı hiç yitirmedim, onların da yitireceğine inanmıyorum. Yeni bir Antakya için hep yanınızda olacağız.

Hayatını kaybedenlerin anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Levent Akson

Doğançay 1 Mart 2023

Yorumlar ( 1 )

  • Dilek Erdem Memişoğlu

    Ne güzel betimlemişsiniz Levent abi. Hiç gidemediğime bir kez daha üzüldüm .. Umarım bu güzel önerilerinizle yeniden küllerinden doğsun medeniyetler şehrimiz

    08.03.2023 07:22

Yorum Gönder