1980’li yıllardan itibaren bayrak devletleri filolarındaki gemi sayısını muhafaza edebilmek için çeşitli önlemler aldılar. Bu önlemlerin en başında da Uluslararası Gemi Sicillerinin kurularak gemi sahiplerine kısmi vergi muafiyeti sağlamaktır. Türkiye’de de 1999 yılında Türk Uluslararası Gemi Sicili (TUGS) kurulmuştur. Kıta devletlerince alınan bu önlemlere rağmen gemi sahipleri denizaşırı (offshore) şirketler kurarak gemilerini ‘‘Elverişli Bayrak’’ olarak isimlendirilen ada devletlerinin sicillerine kaydettirmişlerdir. TUGS sicilinde gemi işleterek rekabet gücünü kaybettiğini düşünen Türk armatörleri de 2008 krizinden sonra hızla milli bayraktan kaçış kervanına katılmıştır. 2022 yılında Türk sahipli gemilerin tonaj esasına göre yüzde 82’si yabancı bayrakta kayıtlıdır.
Peki günümüzde bir deniz aşırı (offshore) şirketin sahip olduğu gemiyi Elverişli Bayraklarda işletmenin zorlukları yok mu? Tabii ki var ama tüm zorluklara rağmen offshore şirketler ve elverişli bayraklar, vergi yükünü azaltmak, armatörün varlıklarını özgürce yönetmek, onları korumak ve tam teşekküllü bir uluslararası işletme yürütmek için hala etkili bir araçtır. Bir gemi işletmecisi, bir gemi satın aldığında onu basit bir prosedürle sicile kaydetmek ve işletmek ister. Taşımadan kaynaklanan navlunu tahsil etmek için bir banka hesabına ihtiyaç duyar. İşletmeden kaynaklanan borçlarını yani giderlerini hizmet satın aldığı gemi insanlarına, yakıt ikmalcilerine, kumanyacılara, acentalara, sigortacılara ve diğer tedarikçilere bu banka hesabından öder. İşte asıl zorluk da burada başlar.
G-7 ülkeleri suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele için OECD bünyesinde hükümetler arası bir organizasyon olan Mali Eylem Görev Gücünü (Financial Action Task Force-FATF) kurdular. Ayrıca OECD’nin çok uluslu şirketlerin faaliyet gösterdiği her yerde adil bir vergi payı ödemesini sağlamaya yönelik uluslararası vergi reformu çalışmaları da 2023 yılında G20 ülkeleri yönünden sözleşmeye dönüşecek gibi gözükmektedir.
Gerek OECD’nin gerekse ABD ve AB’nin malvarlıklarını aklama ve vergi kaçakçılığını önlemek konusundaki baskıları altına girdikten sonra offshore tabanlı işletmelerin günlük bankacılık işlemlerini yürütmeleri zorlaştı. Bu baskılardan denizcilik şirketleri de çok etkilendi ve etkilenmeye devam ediyor. Kıta devletlerinin bankaları, siyasi baskılar ve düzenleyici kurumların verdikleri ciddi cezalar sebebiyle offshore şirketlere hesap açma riskini üstlenmiyor. Bugün bir Avrupa veya Amerika bankasına başvurup, şirketin kurumsal yapısını, ortaklarını, sermayenin kaynağını açıklamadan hesap açmak çok zor. Offshore ve yabancı yetki sahalarındaki kişi ve şirketler için ise neredeyse imkânsız çünkü bankalar için ideal seçenek, şirketin kayıtlı olduğu yargı bölgesinde bir hesap açmaktır.
Türk Bankaları ise Türk ortaklı bir offshore denizcilik şirketine önemli bir güven sorunu yoksa kolaylıkla banka hesabı açmaktadır. Şirketin ortaklık yapısının bilinmesi, Türkiye’de muhatap bir adresinin olması ve şirkete Türk Maliyesince potansiyel vergi numarası verilmiş olması dışında başka bir şart aranmamaktadır. Bu açıdan Türk Bankaları merkezi offshore yargı alanında bulunan bir Türk gemi işletmecisi için pratikte önemli bir banka desteği sağlamaktadır. Gemi işletmecisi kazandığı navlunu Türk bankasındaki hesabına getirmekte, masraflarını da aynı hesaptan tedarikçilerine yollayabilmektedir. Peki gemi işletmecileri hangi sebeple başka ülkelerde hesap açmak ya da o ülkelerin yargı alanında şirket kurmak arayışına devam etmektedir. Böyle bir sorunun pek çok yanıtı olsa da en önemli sebep Türkiye’deki hesaplardan çekilen bu kazançlara yönelik vergi salınması korkusudur.
Mevzuat ve maliyenin genel yaklaşımı doğrultusunda bu korkunun sebebinin gerçek olup olmadığını inceleyelim. Türkiye’de banka hesabı açmış olan Türk sahipli offshore denizcilik şirketinin 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’na göre defter tutma yükümlülüğü yoktur ve kurumlar vergisi mükellefi değildir. Ancak bu şirket gelirlerinin bir kısmını Türkiye’den elde ederse bu gelirler yönünden dar mükellef kabul edilir ve vergiye tabi olur. Türkiye’de banka hesabı açtıran yabancı firmalara potansiyel vergi numarası bu sebepten verilmektedir. Bir offshore şirketin Türk gerçek kişi ortakları Türkiye’de gelir vergisi yönünden tam mükelleftir ve eğer navlun kazancının bir kısmını şahsi hesaplarına çekerlerse gelir vergisi ödemeleri gerekir. Gelir vergisi oranı Türkiye’de gelir dilimlerine göre yüzde 15-40 oranı arasında değişmektedir. Gemi işletmecileri ise offshore yargı alanlarında ve Malta ya da Yunanistan’ın tonaj vergisi sisteminde olduğu gibi öngörülebilir, tutarlı ve genellikle düşük bir vergi giderini tercih etmekte ve Türkiye’de olası bir gelir vergisi tehdidi ile muhatap olmak istememektedir. Bugüne kadar Türk maliyesi böyle bir denetleme yapmamış olsa da offshore şirketlerin gerçek kişi ortakları mevcut ‘‘Varlık Barışı’’ uygulamasından yararlanarak şahsi kazançlarını olası gelir vergisi takibi dışına taşımaktadır. Varlık Barışı süreli bir uygulama olup kalıcı bir koruma değildir.
Türk sahipli yabancı bayraklı gemi armatörleri çalıştırdıkları Türk gemi adamlarının sosyal güvenlik haklarını, offshore şirketlerinin kurumlar vergisini ve gerçek kişi ortaklarının gelir vergisi yükümlülüklerini vergilendirme tehdidi altından kurtaracak bir koruma şemsiyesi istemektedir. Türk Armatörler Birliği’nin önerisi Yunanistan, Malta ve kısmen İngiltere’de olduğu gibi geminin bayrak ve sicil kaydına bakılmaksızın Türkiye’den idare edilmesi halinde bir tonaj takip vergisi sistemi getirilmesidir. Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki; tonaj vergi sistemleri genellikle gemi sahibi olan kişi ve şirketlere çözüm olmaktadır. Bununla birlikte uluslararası deniz taşımalarının tek unsuru gemi sahipleri değildir. Örnek vermek gerekirse gemi işletme müteahhitleri ve brokerler de gemi sahibi olmadan taşıma hizmeti sağlayıcılarıdır ve pek çoğunun kayıtlı oldukları yer yine offshore ülkelerdir. Bu sebeple vergilendirmeye ilişkin çözümler yaratılırken deniz taşımacılığının tüm unsurlarının dikkate alınması gerekecektir. Devlet bürokrasisi ise yabancı bayraklı gemilere tonaj takip vergisi uygulamasıyla TUGS’dan daha avantajlı olacak bir sistem geliştirme yönünde isteksizdir.
Dünya deniz taşımacılığında offshore ülkelere kayıtlı olarak faaliyet göstermek öyle yaygın hale gelmiştir ki küresel filonun tonaj bazında yaklaşık yüzde 70’i düşük tonaj vergi sistemine kayıtlıdır. Deniz taşımacılığının bu sisteme dahil olan oyuncuları arasında haksız bir rekabet yoktur. Buna karşın sistem dışında kalanlar için kabotaj imtiyazı dışında vergisel bir fayda da kalmamıştır. Gemi sahipleri kıta devletlerinin TUGS benzeri uluslararası ikinci sicil uygulamalarından istifade ederek vergi yüklerini ortaklarının ödemesi gereken gelir vergisiyle sınırlandırabilmektedir. Oysa gemi sahibi olmayan ve Türk Ticaret Siciline kayıtlı deniz taşımacılığı şirketleri, yurt dışında verdikleri taşımacılık hizmetlerinden ve elde ettikleri kazançlardan dolayı hem kurumlar hem de ortakları yönünden gelir vergisine tabi olmaktadır. Bu tür şirketler için offshore kayıtlılar karşısında haksız rekabet misliyle artmaktadır. Türk Ticaret Sicilinde kayıtlı bir şirketin offshore kayıtlı bir şirketle deniz taşımacılığı ilişkisine girmesi halinde risk daha da büyüktür. Neyse ki; OECD tarafından belirlenen vergi cenneti ülke ve finansal merkezler listesi 2006 yılından beri Türk makamları tarafından yayınlanmamıştır. Eğer bu liste yayınlanmış olsaydı, o ülkelere yapılan ödemeler ve havalelerden yüzde 30 oranında vergi kesintisi yapılması gerekecekti.
Günümüzde Dünya deniz taşımacılığında gemi sahibi olsun olmasın faaliyet gösteren şirketlerin kayıtları çoğunlukla offshore yargı alanlarında bulunmaktadır. Vergilendirmede esas olan şirketin kanuni merkezinin veya iş merkezinin (yönetim merkezi de denilebilir) hangi ülkede olduğudur. Tonaj vergi siteminde ve elverişli vergi imkânı sağlayan offshore sistemde kanuni merkezin Türkiye olmadığı kesindir ve böyle bir şirkete Türkiye tarafından vergi uygulanamaz. Buna karşın vergi uygulamak için gerekli şartlardan diğeri olan iş (yönetim) merkezinin Türkiye’de olup olmadığı ise mali bir araştırma ve soruşturma ile kanıtlanabilir. Türkiye’de offshore deniz taşımacılığı şirketlerine yönelik yapılacak yeni bir vergi düzenlemesinde iş (yönetim) merkezinin Türkiye’de olması zorunlu koşulmalı böylelikle denizcilik kapasite ve yeteneklerinin ülke dışına kaymasına izin verilmemelidir. Yönetim merkezi Türkiye’de olan bu gibi offshore kayıtlı deniz taşımacılığı şirketlerine Türk vergi sisteminin yarattığı vergilendirme kapasitesinin şirketin kayıtlı olduğu ülkenin elverişli vergi sistemi ile aynı düzeyde avantaj sağlaması gerekir. Bunun tek istisnası tam mükellef (Türk) ortaklara kar dağıtımı aşamasında OECD’nin de önerdiği yüzde 15 oranında öngörülebilir ve sabit bir gelir vergisi tahakkuk ettirilmesi olacaktır. Yönetim merkezi Türkiye’de bulunan ve nihai yararlanıcısı şeffaf olan böyle şirketlere Türk Bankaları tarafından hesap açması da zor olmayacaktır. Böylelikle tamamı döviz olan deniz taşımacılığı kazançları Türk bankalarında değerlendirilmiş ve yeni tonaj takip vergisinden vergi elde etmiş olacaktır.
Yorumlar ( 0 )