Eski Denizcilerin Doğayla İlgili Batıl İnançları

Eski Denizcilerin Doğayla İlgili Batıl İnançları

Tarih öncesi dönemlerden 19.yüzyılda buharlı gemilerin kullanılmaya başlanmasına kadar geçen uzun dönemde denizcinin kaderi büyük ölçüde rüzgâr, akıntı, gel-git vs. gibi doğa olaylarının ne şekilde gerçekleşeceğine bağlıydı.  Sert fırtınalar, ağır denizler eski denizcilerin en büyük felaketleri arasında sayılsa da deyim yerindeyse yaprağın dahi kımıldamadığı sakin havalarda da gemiler yol kat edemezdi.  Denizci bir gün fırtınanın dinmesi için bildiği batıl inançlara başvururken sakin bir günde de bu sefer rüzgâr çıksın diye bir benzerini yapardı. Dünya denizcileri çeşitli kültürlerde doğa olayları ile alakalı olarak bir sürü farklı batıl inançlar benimsediler. Ancak bunların çok azının gerçek bir neden sonuç ilişkisi vardır.19.yüzyılda buhar makinelerinin gemilerde kullanılmaya başlaması ile bu batıl inançlar yavaş yavaş yerini bilime ve deneyime bırakmış olsa da bir ölçüde çeşitli kültürlerde geçmişe ait bir renk olarak hala yaşamaya devam etmektedir.

1885 yılında Fletcher S.Basset tarafından yazılmış “Legends and Superstitions of the Sea and of Sailors – Denize ve Denizcilere ait Efsaneler, Batıl İnançlar’’ isimli kitap bu konuda birçok kültürü ele alan çok detaylı bilgiler vermiştir. Bu makalede söz konusu kitaptan oldukça yararlanacağız.

Dünyanın birçok farklı bölgesinde gemileri tehdit eden fırtına, hortum vs. gibi doğa olayları denizcilerin canına kasteden büyük bir yılan ya da ejderha olarak ortak belleğe kazınmıştır. Denizde meydana gelen bir hortumun uzaktan devasa bir yılanı andırmasının da şüphesiz bu mitlerin oluşumunda etkisi olsa gerektir. Bu denizi kasıp kavuran hortumlar kimi zaman da ejderhalara benzetilmiştir.

Arap ilim adamı El Mesudi (896- 956) Atlantik Okyanusunda büyük yılanların mevcut olduğunu nakleder. Kimisi bunların kökünün denizde olduğunu ve arkasından korkunç bir fırtınanın geldiğini söyler.

Kimisine göre de çölden denize geçen ve beş yüz yıl yaşayan büyük siyah yılanlardır. Faslı ilim insanı Abu Abbas (1129-1204) bunların ancak bulutlar ve yağmur tarafından öldürülebildiğini aktarır. 

                                                                             

                                                                                                                            Hortum Duası

Hristiyan denizciler bu hortumlarla baş edebilmek için işin içine dini unsurların da girdiği bir ritüeli yerine getirirlerdi: iki denizci kılıçlarını çekerek bir haç oluşturacak şekilde kılıçlarını çatar, böylelikle hortumun gemiden uzaklaşacağına inanırlardı.

Avrupalı kimi denizciler Romalılardan beri sert denizler başladığı zaman dokuzuncu ya da onuncu dalganın en tehlikelisi olduğunu düşünürler, dalgaları sayarak dua ederlerdi. Romalı ünlü şair yazar Ovidius bir eserinde dokuzuncu ya da onuncu dalganın (fluctus decumannus) diğerlerinden çok büyük olacağını yazmıştır. Sakız adalı din adamı Leo Allatius bir gemi ile 1645 yılında İtalya’dan Malta’ya yolculuk yaparken geminin tecrübeli kaptanını baş tarafta anlaşılmaz işaretler yaparken görür ve yanına gider. Ne yaptığını sorduğunda kaptan dalgaları saydığını ve dokuzuncu dalganın en şiddetlisi olacağından eliyle haç çizerek ve dua ederek gemi üzerindeki etkisini azaltmaya çalıştığını söyler. İngiliz ve İskoç denizcilerde de dokuzuncu dalganın en tehlikelisi olduğuna inanırlardı.

Aziz Elmo Işığı (St.Elmo’s light) antik denizcilerden bu yana bilinen yelkenli gemilerin seren direkleri gibi sivri uçlu noktalarda titreşen iki mavi ışık hüzmesine verilen isimdi.

Pagan inançları olan antik denizciler bu iki ışığın fırtına anında denizcileri korumak için gemiye inen Castor ve Pollux isimli mitolojik ikiz tanrılar olduğuna inanırlardı.

Hristiyan inancının hakim olmasıyla bu mavi ışıklar 3.yüzyılda yaşamış olan ve denizcilerin koruyucu azizlerinden biri olan St.Elmo ile anılır oldu. St.Elmo bağırsakları deşilerek şehit edilmişti ve denizcilerin yanı sıra bağırsaklarından sıkıntı yaşayan insanların da koruyucu aziziydi.  

                                                                     

                                                                                                                            St.Elmo Işığı

St.Elmo ışığının gizemi ancak 1879 senesinde İngiliz bilim insanı William Crookes tarafından çözülebildi. Fırtına esnasında oluşan aşırı sürtünme nedeniyle bulutların belirli noktalarında ilave elektron yükü oluşarak bunu karaya kadar ileten güçlü elektrik sahaları oluşur. Bu aşırı elektrik yüklü alan plazma haline geçme eğilimindedir ve sivri noktalar elektronları atomların içinden çekerek geriye bu söz konusu ışığı oluşturan yüklü iyonları bırakır.         

Eski denizcilerin gel-git akıntıları ile ilgili olarak da farklı inanışları vardı. El Mesudi Arap denizcilerin bu konudaki inanışlarını bize aktarmaktadır. Onlara göre gel-git olayı, ayın denizleri ısıtması sonucu   suların yükselmesi sonucu gerçekleşmekteydi. İtalyan ilim insanı Brunetto Latini’ye göre (1220-1294) gel-git olayına yol açan şey kıtaların nefes alıp vermesiydi.

Eski denizciler gel-git hadisesi ile ilgili olarak bazı batıl inançlara sahiptiler. Bu inanışlardan birine göre insanlar ancak sular çekilirken (ebb) hayata veda ederlerdi. Hasta başında bekleyenler gel-git zamanlarını takip ederler eğer hasta sular yükselmeye (flood) başladığında ölmediyse suların bir sonraki çekilmesine kadar hayatta kalacağına inanırlardı.

Yeni ayın hilali denize doğru bakıyorsa fırtına çıkacağına inanılırdı. Birçok farklı kültürde de hilalin işaret ettiği yöne göre fırtına, yağmur tahminleri yapılırdı. Fırtına çıktıktan sonra dördüncü günde de ay gözükmüyorsa bu fırtınanın süreceğine delalet ederdi. Fransız ve İtalyan denizciler kendi dillerinde deyim olarak da yer aldığı gibi ayın kendisini göstermesinin bulutları dağıttığına inanırlardı. Bugün bile bazı denizci ve balıkçılar ay çıktıktan sonra fırtınanın dineceğine inanırlar.

Eski denizcilerin özellikle rüzgâr ve fırtınalar ile ilgili batıl inançları üzerine hacimli kitaplar yazılacak kadar çok ve çeşitlidir.

Eski Arap inanışında rüzgarlara hükmeden melek Sakina olarak adlandırılırdı. Kuzey Avrupa mitlerinde Odin tüm rüzgâr ve fırtınalara hükmeden rüzgâr tanrısının adıydı. Fırtınadan önceki öncü esintilerin Odin ve yardımcılarının kovaladığı kadınların ruhları olduğuna inanılırdı. Yunan mitolojisinde Boreas ve Aiolos isimli tanrılar rüzgarlarla ilişkilendirilmiştir ve birçok farklı lisanda da rüzgarla ilgili kelimelerin türetilmesinde kullanılmışlardır.

Papazlar ve din adamlarının gemide bulunmaları bu bakımdan eski denizcilerce uğursuzluk sayılmıştır. Zira din adamları şeytanlar tarafından özellikle hedef alınacağından geminin şiddetli fırtınalara maruz kalacağına inanırlardı. Yine kadınların bu konuda uğursuzluk getireceğine inanılırdı ki bu inanış hala kısmen bazı kültürlerde varlığını sürdürmektedir.

                                                                                 

                                                                                                    Baş mizana direğinde bir kadın heykeli

Zira o dönemlerde cadıların varlığına ve fırtına çıkartarak gemileri felakete uğratma yetenekleri olduğuna inanıldığı için kadınlar denizciler tarafından potansiyel cadılar olarak görülürdü. Ancak fırtına çıktığında kadının çıplak olarak (nuda corpore) kendisini denize göstermesi ile fırtınanın yatışacağına    inanılırdı. Bu nedenle yelkenli gemilerin baş civadra direklerinde ağaçtan yontulmuş çıplak bir kadın heykeli (figurehead) bulundurmak bir gelenekti. Yetenekli sanatçılara bu iş için ciddi paralar ödenir ve bu kadın heykellerinin kalitesi gemi sahibinin gücü ve prestiji hakkında fikir verirdi.

İşin ilginç tarafı fırtına yaratma gücü olduğuna inanılan cadılar ve büyücülerden gemi kaptanları ve armatörleri rüzgâr satın alırlardı. Zira çok sakin hava geminin yeterli yol yapamaması ve maddi kayıp demekti. Büyücü üç tane düğüm attığı özel bir mendili kaptana hatırı sayılır bir para karşılığı satardı. Bu inanışa göre gemi uzun süre sakin denizlere denk geldiğinde mendilin ilk düğümü açıldığında hafif bir meltem esmeye başlar, sıra ikinci düğüme geldiğinde ise rüzgâr biraz daha sertlerdi. Üçüncü düğümün açılması neredeyse fırtına kuvvetinde bir rüzgâr demekti ve muhtemelen gemi korsanlardan kaçmaya çalıştığında ihtiyaç duyulurdu.  

                                                                                             

                                                                                                                       Rüzgâr satıcısı Bessie Millie

1814 yılında İskoçya’nın Orkney adalarından Pomona’da yaşayan yukarıda temsili resmi görülen Bessie Millie isimli yaşlı kadın oldukça mütevazi bir ücret karşılığında denizcilere rüzgâr satmasıyla isim yapmıştı.

Diğer ilginç bir inanış ise Fransız denizcilerin gemide kimilerinin rüzgâra hükmetme gücü olduğuna inanmalarıydı. Ancak bu kişilerin yeteneklerini koruyabilmeleri için bir seferde üç aydan fazla gemide kalmamaları, üç günden fazla da karada vakit geçirmemeleri gerekirdi. Aksi takdirde yeteneklerini kaybetmekle kalmaz hayatlarını da kaybedebilirlerdi.

Gemide bazı hayvanların bulunması da uğursuzluk sayılırdı. Kedilerin gemide olması genelde şeytanla bağlantılı oldukları düşünüldüğünden iyi karşılanmazdı. Hatta kedilerin kuyruklarında fırtına taşıdıklarına inanılırdı. Tavşan gece görme yeteneği ile ay ile bağlantılı olduğu düşünüldüğünden makbul sayılmazdı. Sicilyalı denizciler tespih çekip dua okurlarken kedi miyavlaması duyarlarsa bunu kötüye işaret sayarlardı. Eğer kedi denize atılırsa rüzgâr ya da fırtına çıkardı.           

Sırf bu inanış yüzünden sakin ve rüzgârsız geçen günlerin ardından kimi denizciler denize kedi atarlardı. Ancak İngiltere’nin Newcastle şehrinde kedilerle ilgili daha farklı bir batıl inanca göre evinde siyah kedi besleyen denizci hanımlarının eşleri mutlaka eve sağ salim dönerlerdi. Alman denizciler ise kedileri uğursuz saymazlardı ve dillerine yerleşmiş olan bir deyimle “kedilere düşman olanın cenazesine ancak yağmur ve fareler gelir” derlerdi.

Yorumlar ( 0 )

Yorum Gönder